Geçtiğimiz günlerde Zuzu'nun Ormanı adlı kitabından şurada bahsettiğimiz yazara bu kez kendisi ile ilgili merak ettiklerimizi sorduk.
- Merhaba.
Biyografinize baktığımızda İstanbul’da doğup lise yıllarında ABD’ye giderek
eğitiminizi orada tamamladığınızı görüyoruz. Bize o yıllardan bahsedebilir
misiniz?
O yıllardan
hiç bahsetmeyeyim:))
Şaka bir
yana, zor yıllardı… Özellikle ilk yılım, yani ben lise sondayken. Yıllarca
Amerika’da yaşama hayalleri olan babamın sonunda hayali geçekleşmiş, bize yeşil
kart çıkmış, ben ve annem istemesek de Amerika’ya yerleşmiştik. Sevdiğim
okulum, arkadaşlarım, her şey geride kalmış, kendimi bin beş yüz Amerikalı
öğrencinin içinde bulmuştum. Öğrenciler farklı, dil farklı, sistem farklı,
kültür farklı... Özellikle ilk üç ay tek nefes alabildiğim yer, rehberim Gary
Scarpa’nın ofisiydi. Nasıl olduysa öğretmenlerden ve derslerden yana hiç
sıkıntım olmadı, sıkıntım daha çok sosyal ve kültüreldi. Tıpkı filmlerdeki gibi
teneffüslerde dev koridorlarda koşuşturan, dolaplarından eşyalarını alan
öğrenciler arasında sanki boğuluyordum. Öğle teneffüsünde bir delik olsa da içine
girip saklanmak isterdim. Neyse ki birkaç ay sonra imdadıma spor yetişti!
Türkiye’de okulda ve kulüpte basketbol oynadığımdan yeni okulumda da basketbol
takımına girmiş, spor ve maçlar vesilesiyle görünmez olmaktan çıkmıştım. Artık
benimle konuşanlar, maç sırasında ismimi yalan yanlış tezahürat edenler bile
oluyordu. Her geçen gün biraz daha alışıyordum. Okul dışında da evimizin
karşısındaki kütüphane benim sığınağım olmuştu. Oraya gidince huzur buluyordum.
Bol bol okuyor, kitapların içinde kayboluyor, rahatlıyor, özgürleşiyordum.
Charles Dickens’ın David Copperfield romanındaki David’in dediği gibi “Kitaplar
olmasaydı delirebilirdim. Sayfaların içinde özgürleştim ve kitapların içindeki
karakterle özdeşleştim.” İnsanoğlu her şeye ve her duruma alışmanın bir yolunu
buluyor gerçekten. O yıl bir şeyler yitirdim belki, ama kazanımlarım da oldu!
Bunların başında okumak istediğim üniversite bana burs verdi ve hala irtibatta
olduğum muhteşem hocalarım, arkadaşlarım oldu… Okurken çalıştım, her türlü
kulüpte, etkinlikte yer aldım. Olumsuz gibi görünen durumların aslında iyiye
vesile olduğunu o yıl öğrendim.
- Peki, aldığınız eğitimler ve katıldığınız bazı programlarla edindiğiniz
donanım size neler kazandırdı?
Üniversitede
işletme, yüksek lisansta iletişim okudum. Farklı alanlarda, işlerde çalıştıktan
sonra iki ülkede, üniversitelerde yabancı öğrenci danışmanlığı yaptım. Daha
sonra kulvar değiştirdim ve çocuklar için yazmaya başladım. Kolay olmadı. Bu
süreçte keşke psikoloji, edebiyat okusaymışım ya da niye bu işe bulaştım ki
dediğim çok oldu. Eksiklerim çoktu (hala da çok), gidermeye çalıştım,
çalışıyorum. Ne kadar çocuklarla aram iyi olsa da çocuklarla çalışmak başka
beceriler gerektirdiğinden yaratıcı drama, yazma, hareket ve başka başka bir
sürü alanlarda eğitimler aldım, kitaplar okudum. Her bir okuduğum kitap,
aldığım eğitim beni geliştirdi, değiştirdi, yeni deneyimler kattı. Katıldığım
eğitimler, programlar ve okumalarımın daha iyi bir insan, çevreme daha faydalı,
işini daha iyi yapan bir birey olmama vesile olduğuna inanıyorum.
- Çocuk kitapları yazmaya nasıl başladınız?
Ne yazık ki
oğlum doğunca. Niye mi böyle diyorum? Dilerdim ki çocukların dünyasını
etkileyen birbirinden yaratıcı, eğlenceli kitaplarla daha önce tanışabilseydim.
Oğlum doğmadan önce başka alanlardaki kitapları okumakla meşguldüm ve başka
başka konularda kendi çapımda bir şeyler karalıyordum. Çocuk kitaplarını
hamileyken keşfettim. Hamileliğimle başlayıp oğlum üçüncü sınıfa gelene kadar
her gün aksatmadan kitap okudum. Okudukça okuyasım geliyor, doyamıyor,
takıntılı bir şekilde gözüm hep yeni kitaplar arıyordu. Bir gün fark ettim ki
aslında kitapları oğluma değil, kendime okuyordum. Hatta bu durumu fark etmem
şöyle oldu: Her zamanki gibi yeni kitaplar alıp eve gelmiştim. Ben heyecanla
aldıklarımdan birini (en merak ettiğimi) elime almış okumak için
hazırlanıyordum ki oğlum başka bir kitabı okumamı istiyordu. Kısa bir süre
sonra kendimizi ufak bir çatışmanın içinde bulduk. O diyor benimkini oku, ben
diyorum benimkini. İşte o anda kitapları oğluma değil kendime okuduğumu fark
ettim. Hemen silkelenip kendime geldim ve Bora’nın kitabını okudum. Sonra da
benimkini tabii.:))
O günden
sonra çocuk kitaplarına bağlılığımı fark ettim ve benim için yolculuk başlamış
oldu. Oğlum da bana eşlik etti bu yolculukta, ya da ben ona. Okudukça, öykünün
içinde oyunlar oynadıkça birbirimize hikayeler uydurmaya başladık. Çok
eğlenceliydi. Oğlumla öykü üzerine etkileşimlerimizin ne kadar yaratıcı
olduğunu düşünüp ufak ufak yazmaya koyuldum. Sonra çocuk kitapları nasıl yazılır
ile ilgili kitaplar aldım. Hepsini yaladım, yuttum. Çevremde bu alanda
uzmanlaşmış kişilerle konuştum, bilgi aldım. Sağ olsunlar yardımlarını eksik
etmediler, desteklediler. Hiç unutamam. Ve sonunda oğlum ile okurken aldığım
notlar ile başlayarak yazmaya koyuldum ve Zuzu’nun Ormanı ortaya çıktı.
- Peki, Zuzu karakteri nasıl doğdu? Neden bu kadar çok sevildi
sizce?
Amerika’da
çok sevdiğimiz aile dostumuzun üç yaşındaki kızı, anneme Zuhal diyemeyince,
Zuzu demişti. O günden sonra annemin ismi Zuzu kaldı. Sonra da annem kitabımın
kahramanı oldu zaten.
Zuzu çok
doğal, sıradan, iyi niyetli, masum ve saf bir çocuk. Tıpkı herhangi bir çocuğun
yapacağı gibi düşünmeden, sonuçlarını hesap etmeden hayvan resimleri çiziyor.
Zuzu fark etmiyor ki bu durum kasabada bir karışıklığa yol açacak. Çizdikçe
çiziyor... İş iyice sarpa sarınca Zuzu kendini Yüce Momba’nın karşısında
şaşkın, savunmasız, çözümsüz bir şekilde buluyor ve tek söylediği, “Ama ben
hayvanları ve resim yapmayı çok seviyorum. Ne olur hayvanları ve Sihirli
Kalem’i benden almayın!” diyor ve başka bir şey demiyor. Zuzu’nun üzüldüğünü
gören Yüce Momba, hayvan dostları için bir orman ve hayvanlara yemek çizmesini
söylüyor. Zuzu da hemen söylenileni yerine getiriyor, çünkü hem hayvan dostları
için üzülmüştür, hem de Yüce Momba’nın, Sihirli Kalem’i almasını istemiyor.
Belki de çocuklar, Zuzu ve yaşadıkları ile kendilerini özdeşleştirebildikleri
için seviyorlardır Zuzu’nun Ormanı kitabını, bilmiyorum...
- Serinin illüstratörü Simeon Tennant aslında çok geniş bir skalada çalışan
bir sanatçı. Kendisiyle yollarınız nasıl kesişti?
Ortak bir
arkadaşımız sayesinde tanıştık. Sim’in gerçekten farklı, özgün bir çizgisi
olduğunu fark ettim. Hoşuma gitti. Özellikle çocuk bakış açısıyla bakıldığında
çizgiler sanki bir çocuk çizmişçesine yalın ve abartısız… Bu tür çizimler belki
bir yetişkin bakış açısıyla değil ama çocuklar açısından cezbeden bir yanı
olduğunu düşünüyorum.
(Meraklısına Not: Sanatçının kişisel sitesine buradan ulaşıp diğer işlerini görebilirsiniz.)
- Peki, seri bitti mi? Önümüzdeki günlerde Zuzu’yla yeniden başka maceralarda
karşılaşacak mıyız?
Galiba
bitti. Ama bazen içimden Zuzu’ya tekrar sihirli kalemini veresim, insanların
dünyasının çözemediği problemlerini Zuzu ile Sihirli Kalem’e çözdüresim geliyor.
Bir iki arkadaşım da beni iteliyor bu konuda. Neden olmasın... Sadece şu anda
tabağımda çok yemek var. Biraz boşalmasını bekliyorum...
- Bu arada son kitabınız Ufak ile Tefek geçtiğimiz aylarda raflardaki yerini aldı.
Bu kitapta okuyucuyu nasıl bir öykü bekliyor?
Evet,
sevgili Yusuf Tansu Özer’in tatlı çizimleriyle öykü daha da şenlendi. Çevremde
güzel yorumlar alıyorum. Bu öykü ile çocuklara bilmediğimiz, bize yabancı olan
şeylerden korktuğumuzu, ama aslında korktuğumuz şeyi tanıyıp anlamaya
çalışırsak ve yüzleşebilirsek pek çok güzelliklerle karşılaşabileceğimizi
anlatmaya çalıştım.
- Biliyorum ayırmak zor olacak ama kendi kitaplarınız içinde en
sevdiğiniz hangisi?
En sevdiğim
diye ayıramıyorum gerçekten. Hepsinin ayrı bir yeri var bende. Ama ilk göz
ağrım olan Zuzu’nun Ormanı galiba biraz daha ayrıcalıklı.
- Bu arada çocuklarla sık sık bir araya geliyorsunuz. Atölye
çalışmalarınızda neler yapıyorsunuz? Çocuklar bize neler anlatıyor?
Çocuklarla kitaplarımın etkinliğinde,
yaratıcı drama atölyelerinde bir araya geliyorum. Çocuklar bir yandan hayat
dolu, zeki, çok bilen, kendine güvenli, saf, neşeli. İnsanı iyileştiren halleri
çok. Diğer taraftan ise sıkıldıklarını, çocukluklarını yaşayamadıklarını,
hareketsiz kaldıklarını, sıkıştırıldıklarını fark ediyorum. Üzülüyorum bu çağın
çocuklarına. Ebeveynlerin çalışma saatlerine göre programlanmış okullarda
sabahtan akşama kadar tutulup sonra da eve gidip, yorgun anne-babaları ile
vakit geçirip, tabletle oynayıp uyuyorlar. Ertesi gün yine aynısı. Doğadan
kopuk, teknoloji bağımlısı ve sokaktan uzak olmaları ne bize ne de çocuklara
fayda ediyor. Ne yazık ki özgürce oynayıp, anne-babaları ile etkileşim içine
girdikleri yegane zaman yılda birkaç kez çıkılan tatiller…
- Ayrıca
çizimleriniz var ve şiir de yazıyorsunuz. Bunlarla ilgili basılı bir çalışma
düşünüyor musunuz? Mesela kendi öykünüzü resimlemek gibi bir planınız var mı?
Bir ara
planladım, ama olmadı. Belki daha sonra. Kendi öykümü resimlemek konusuna
gelince, çok zevkli olurdu. Resim çizmeyi çok seviyorum, ama bir öyküyü
resimlemek başka bir beceri.
- Yurtdışında yaşamış bir yazar olarak ülkemizdeki çocuk edebiyatını nasıl
buluyorsunuz?
Benim
zamanıma hatta oğlumun doğduğu 2007 yılına göre Türkiye'nin çocuk edebiyatında çok
iyi bir noktaya geldiğini düşünüyorum. Nitelikli kitapları bulmak çok kolayladı
ve yerli yazarlar, çeviri kitaplar çok çeşitlendi.
-
Dünyadan ve ülkemizden beğendiğiniz resimli çocuk kitabı ve yazarları
hangileri?
Çok var,
hangi birini sayayım bilemedim. Galiba listenin başında Julia Donaldson
geliyor. Elmer serisinin yazarı David McKee, Nokta ve Mış Gibi kitaplarının
yazarı Peter Reynolds, Mo Williems, Neil Geiman, Quantin Blake, Sakar Cadı
serisinin yazarı Laura Owen, Uğurböceği Sevecen ile Salyangoz Tomurcuk
serisinin yazarı Erika Bartos ve Newberry Medal ve Caldecott Medal ödülü almış
kitapların hepsi diyebilirim.
Türk
yazarlar arasında ise aklıma ilk gelenler Fatih Erdoğan, Aytül Akal, Sara
Şahinkanat, Tülin Kozikoğlu, Behiç Ak, Yalvaç Ural, Filiz Özdem, Feridun Oral ve daha birçok
ismini unuttuğum yazar.
-Peki, son olarak blogumuzun okurlarına
bir mesajınız var mı?
Resimli çocuk kitaplarının sadece çocuklar
için olmadığını, yetişkinler içinde de faydalı bir terapi olabileceğini
düşünüyorum. Özellikle bugünlerde. Son olarak çoocuklarınıza okurken kendiniz
de zevk almayı unutmayın:))
Bu sıcak sohbet için size çok
teşekkür ederiz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder